Türkiye 3 tarafı denizler geri kalan kısımlarda ise sürekli
olarak geçmişten bugüne tarihsel bir hesaplaşmanın bulunduğu devletlerle ortada
kalmıştır. Türkiye ne bir batı toplumu ne de bir doğu toplumudur. Kendine has
karakteristik ögeleri içinde bulunduran bu toplumda, batının hukuk adalet
demokrasi özgürlük anlayışları açısından sınıfta kalmış olsa da doğu ve güneyin
de bulunan devletlere karşı bilim sanat kültür ve hukuk anlayışı bakımından
öndedir.
Osmanlı`dan 2018 Türkiye Cumhuriyeti`ne kadar baktığımızda
doğu ve batı arasında kaldığımızı, bu ortada kalmışlık ile birlikte en iyi
uygulanabilecek ve güvenliğimizi sağlayabilecek denge politikasını
benimsediğimiz görülmektedir.
Türkiye`nin kuruluş aşamasında ise dış politika yine bu
yönde olmuştur. Batı`ya karşı Doğu`yu, Doğu`ya karşı Batı`yı kullanmış hatta
Mustafa Kemal sayesinde Batı`yı Batıya karşı kullanarak ciddi çıkarlar elde
etmiş ve böylelikle cumhuriyet kurulmuştur.
Cumhuriyet`in ilk yılların da savaştan ve ölümden çok zarar
gören Türk Devleti, diğer Batılı devletlerin ulaştığı medeniyete çıkabilmek
Türk Milleti`ni refaha kavuşturabilmek için “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini
benimsemiştir. Atatürk`ün ölümünden sonra bu ilke ile devam edilmiş II. Dünya
Savaşı`na girmekten kaçınılmıştır. II. Dünya Savaşı`na girmememize rağmen
Sovyetler bizden Kars ve Ardahan`ı istemiştir. Bunun üzerine Türkiye ABD ile
yakınlaşmak istemiştir. ABD`nin Marshall Planı`na dahil olmuştur. İlk olarak
hibe alınmış ek olarak kredi verilmiştir. Bunun yanında ekonomik iş birliği
anlaşması imzalanmıştır. Türkiye güvenliğini sağlamak için ABD ile yakınlaşmış
bu dönem de borçlandırılmış ve günümüze kadar artarak devam etmiştir.
Tarihsel sürece baktığımızda zaman içerisinde güçlü olan
devletlerin arasında kalan, bulunduğu konum itibariyle önem taşıyan Türkiye,
uzun yıllar ABD ile Rusya (Sovyetler) arasında bir denge politikası izlemiştir.
Türkiye`nin diğer devletlerle sürekli olarak değişken
durumlarda olmasının ana sebebi, çevremizde gerçekleşen ve yan yana gelen güçlü
ve güçsüz devletlerin zamanla çıkarlarının çatışmasından kaynaklanmaktadır.
ABD`nin Irak`a demokrasi getirmesiyle itibaren para ve silah yardımıyla
desteklediği YPG`nin burada bir devlet olarak tanınmasını istiyor. Kendi destekleriyle
kurduğu bu kukla devlet aracılığıyla ve iç savaşa sokup toprak bütünlüğünü
kaybeden Suriye topraklarından Akdeniz`e açılmak istiyor. İsrail devletinin non
arabizm anlayışı gerekçesiyle burada kurulacak bir Kürt devletinin varlığı
İsrail için çok büyük bir anlam ifade ediyor.
Güçlü devletler yerine küçük devletler oluşturarak bu
devletleri kendi yardımlar ve krediler ile kurdurarak onları borçlandırıp
imtiyaz elde etmeyi amaçlayan Amerika, Türkiye ile çıkarları çatışma noktasına
geliyor. Irak ve Suriye`nin toprak bütünlüğünü sağlamak isteyen Türkiye ile
bölmek isteyen ABD arasında giderek gerilim artıyor.
Türkiye bu koşullarda beka sorununu ilgilendirdiği için en
önemli dış politika önceliği sınır güvenliği ve terör oluyor. İç siyasette de
genel olarak ilk sıralardan hiç düşmeyen sorun terör olarak görülüyor.
Türkiye`nin birçok önemli sorunu bulunmaktadır. Bunlardan
başta terör olmak üzere eğitim, hukuk sistemi cari açık ve dış borçları
ekleyebiliriz.
Türkiye`de ya da Avrupa`da bu tarz sorunlar birbirinden
bağımsız değildir. Terör sorunlarının önüne geçemeyişimizin en büyük
sebeplerinden birisi ihtiyaç duyulan değil ihtiyaç durumunda olmamamızdan
kaynaklanmaktadır. Ekonomimizin kötü durumda olmasının en önemli iki sebebi ise
eğitim sistemi ve hukuk sistemidir.
Gördüğünüz üzere dış politikayla alakalı her şey iç
politikayla ilgilendirilmesi gerekiyor, bunları birbirinden bağımsız olarak
incelemek ise çözüm üretimini kısıtlıyor. Sorunun temel kaynağına indiğimiz de
önemli iki unsur olduğunu söylemiştik. Bunlardan ilk olarak hukuk sisteminden
bahsedeceğim, Türkiye günden güne demokrasisini geliştirmek yerine totaliter
bir yönetim anlayışını benimsiyor. Demokrasi anlayışı ile birlikte adalet, hak,
hukuk ve özgürlük gibi kavramlar tam olarak anlaşılamıyor. Liyakat sisteminin
yetersizliği sebebiyle ve şuan ki yönetim şeklimiz sebebiyle siyaseti denetleyen
denge mekanizma durumunun ortadan kalktığını açıkça görebiliyoruz. Yargı`nın
bağımsız olmadığını toplumun her kesimi hemen hemen kabul etmektedir. Yargının
bağımsız olmaması sebebiyle sermayedarlar çekimser davranabiliyor. Sermaye
girişi engellendiğinde ve ekonominizin üretime dayalı değil dış sermayeye
dayalı olduğunda döviz açığı bulunuyor. Üretime değil de tüketime dayalı
ekonominin yine sebepleri arasında hukuk ile eğitim geliyor. İyi bir eğitim
sistemine sahip olunmayan Türkiye`de aynı zaman da özgür düşünce de pek kabul
görmüyor. Liyakat sisteminin yerine sadakat ön plana çıktığından dolayı da az
sayıda yetişen genç beyinler fikirleri ve gelişimleriyle birlikte yurt dışına
açılıyorlar. Son 10 12 yılda ekonominin büyümesi sebepleri arasında inşaat
sektörü başı çekiyor, betona dayalı bir ekonomi üretim sağlamadığı gibi halkı
daha da borçlandırıyor. Diğer bir üretim kanalı olarak birçok araba
fabrikasının Türkiye`de olması ekonomiyi büyüten sebepler arasında yer alıyor
fakat bunun yanında ara parçalar ithal edildiği için cari açıkta ihracat
arttıkça artış gözlemleniyor. Devletlerarası çıkarların olduğunu birbirlerine
yardım etmelerinin iş birliği yapmalarının altında her zaman bir karşılıklı
çıkar olmaktadır. Herhangi bir devlete bir ihtiyacınız yok onun size ihtiyacı
var ise, o devletin siyasi mekanizmasında kararlarında etkili olabilirsiniz.
Türk dış politikasının en önemli unsuru olarak gördüğüm terör sorunu ve sınır
güvenliğini diğer devletlere kabul ettirebilmemiz için bu konularda değişikliğe
gidilmesi gerekiyor. Bu sorunlarımız gündelik sorunlarımız olmadığı gibi
güvenlik sorunumuz da günübirlik bir sorun değildir.
Türkiye sınır güvenliğini ve terör sorununu çözmez ise
önünde hala sorunlar cereyan etmeye devam edecektir. Türkiye; Rusya, Çin, İran,
ABD ve Suriye arasında denge politikasını devam ettirmelidir.
Rakka`da bulunan ılımlı muhalifler ve her geçen gün kapılar
kapalı olmasına rağmen Türkiye`ye gelen göçmenler tehlike yaratmaktadır. Bu
göçmenlerin tehlikesi daha önceki Suriyelilerden çok daha fazladır. Ülkemize
ilk savaş çıktığı yıllarda gelen göçmenlerin büyük bir kısmı savaştan kaçmış
masum sivil halk olarak nitelendirebiliriz. Şimdiki mültecilerin tehlikeli
olmasının bir sebebi artık Türkiye Cumhuriyeti`nin ekonomik anlamda daha fazla
göçmeni bakamamasıdır. Türkiye`nin bu göç dalgasının içinde ki en büyük tehlike
ise kimliği bilinmeyen, hemen hemen her gruptan ılımlı muhalifler olarak
adlandırılan kişiler olmasıdır. Bu kişilerin Türkiye`de kimler tarafından
finanse edileceği ne tür tehlikelere yol açacağı çok farklı tartışmalara yol
açmaktadır. 3.5 Milyon nüfusun bir savaş durumunda Türkiye`ye gelmesi
Türkiye`nin bir iç karışıklık yaşamasına sebep olabilir. Sunni yollarla çoğalan
nüfusun ihtiyaçları eğitim seviyeleri ve ideolojileri tehlike yaratmaktadır. Ek
olarak Türkiye`nin demografik yapısı bozulma tehlikesiyle karşı karşıya
kalmaktadır. Bir Arap Baharı olarak başlatılan bu sonu gelmez savaşların en
büyük bedellerinden birini Türkiye çekmiştir çekmektedir çekecektir.
Bu sebepledir ki Türkiye`nin en önemli dış politika önceliği
Sınır güvenliği ve terörizm olmalıdır.
0 Yorumlar